Saturday, December 7, 2013

Otobüs Yolculuğu



İkinci Dünya Savaşı'ndaki Rus generallerini andıran bir havası vardı. Keskin bakışları ve soğukkanlı ifadesiyle kendine olan güveni her halinden... Ah lanet olsun! Daha fazla betimlemek istemiyorum. Korkutucu herifin tekiydi işte. Böylesi lanet bir cehennem kaçkınına bulaşmayı kimse istemezdi. "Bu herifi annesi bile sevmiyordur," diye geçirdim içimden.

Beş saattir otobüsle yolculuk ediyorduk ve aşağılık herif bütün yol boyunca bir kere bile gözünü kırpmamıştı. Odanın bir köşesinde pusuya yatmış, kurbanının kanını emmeyi bekleyen bir sivrisinek gibiydi. Gözünü kırpmamasına rağmen televizyon da izlemiyordu. Genelde önünde kapalı duran televizyon ekranından kendi yansımasına bakıyor bazen de benim tarafımdaki camdan dışarıyı seyrediyordu. Bu stres dolu anlar ömrümden 4-5 sene eksiltmişti.

Tedirginlikten şehirlerarası otobüs yolculuklarındaki rutinlerimin hiçbirini gerçekleştiremiyordum. Muavinden gelen beleş kek teklifini reddetmiştim. Koltuk arkası televizyonundan bayılarak izlediğim Türkçe dublajlı B sınıfı korku filmlerini bile gözüm görmüyordu.

"Önünde daha 10 saatlik yol var. Küçük bir kız çocuğu gibi mızmızlanmayı bırak ve kendine gel seni lanet hergele," diye içimden kendi kendime fırça çektim. Bunun gibi iç cebelleşmelerim sonucunda Toros Dağları’nı geçerken kararımı vermiştim. Mola verdiğimiz yerde inip orada saklanacak, otobüsün kalkmasını bekleyecek ve otobüse yetişememiş gibi yapacaktım. Oradan evime bir şekilde giderim nasılsa diye düşündüm.

Kısa bir süre sonra mola yerine vardık. Herkesle beraber otobüsten indim ve dinlenme tesisinin en ücra köşesine gidip yarım saat kadar bekledim. Otobüs artık gitmiş olmalıydı. Üstümden büyük yük kalkmıştı doğrusu. Suratımda bir tebessümle tesisin çay bahçesine gittim ve kendime demli bir çay söyledim. Çayın gelmesini beklerken de bir cıgara tellendirdim.

Otobüsü kaçırdığına sevinen ilk insan olabilirdim ama bu hiç umrumda değildi. Yoldan hızla geçen arabaları izleyerek düşüncelere daldım.

Aniden dinlenme tesisine korna çalarak ve selektör çakarak giren bir otobüs beni düşünmekten ve rahatlamaktan alıkoydu. Altına "Hız Tuzağı" filmindeki bomba bağlanmışcasına hızlı geliyordu. Benim otobüse çok benziyordu ama onun olmasına imkan vermedim zira gideli çok olmuştu.

Otobüsün kapıları daha otobüs durmadan tıslayarak açıldı. Hay bin kunduz! Hayatım boyunca bir daha görmemeyi umduğum tek insan otobüsten bir sirk cambazı gibi fırlayıp bana doğru koşmaya başlamıştı.

"Beyefendi! Yokluğunuzu farkedip otobüse yetişemediğinizi tahmin ettim. Yakın dostum olduğunuzu söyleyerek şoförü tesise geri dönmeye ikna ettim. Herkes sizi bekliyor. Acele etseniz iyi olur," dedi.

Çayımı havaya kaldırarak Bruce Willis gülümsemesiyle "Çok düşüncelisiniz ancak teşekkürler ben burada kalmak istiyorum," demek istedimse de diyemedim.

Masaya daha yeni gelen çayımdan hiç içmemiş olmamak için büyük bir yudum aldım. Su içer gibi içtiğim için kaynar çay dudaklarımı ve dilimi yaktı. Aklıma birdenbire içinde “dilime dudaklarıma” sözleri geçen, klibinde Tarkan’ın çölde havaya tekmeler savurarak dans ettiği kuzu kuzu şarkısı geldi. Hiç derdim yokmuş gibi bir de bütün yol boyunca bu şarkı aklıma takılıp kalacaktı şimdi.

Çayı elimden bıraktığım gibi otobüse koştum. Bu sırada otobüsün camından diğer yolcuları süzdüm. Bazıları bana bakıp gülüyorlardı, bazıları da linç edecek gibi bakıyorlardı. İçeri girerken şoförle ve muavinle göz göze geldik. Onlar da dövecek gibi bakıyorlardı.

Şoför ben otobüse girer girmez gazı kökledi. Yanımdaki herif çoktan gidip yerine oturmuştu ama ben daha otobüsün uzun koridorunda olduğum için dengemi kaybederek yere kapaklandım. Yolcuların neredeyse hepsi koltuklarından bana bakmaya çalışarak gülmeye başladılar. Otobüs şoförü ve muavin de gülüyordu. İntikam alınmıştı ve herkes mutluydu.

Şoför, gülmeye devam ederek otobüs mikrofonundan "herkes yerine otursun lütfen," dedi. Kendimi Amerikan hapishanesine düşüp hiçbir çeteye katılamamış bir Meksikalı kadar dışlanmış hissediyordum. Bir an önce eve gitmek istiyordum.