Wednesday, October 8, 2014

Bar Hikayesi



Çocukluk arkadaşım Cobb ile İngiltere’nin ucuz viski ve sidik kokan rezil barlarından birinde ceplerimizdeki son parayı içkiye harcıyorduk. Etraf oldukça tenhaydı. Biz de oldukça özgürdük ve genç olmak güzeldi.

“Aynısından bir duble daha yollasana.”

Yaşlı barmen sorgulayan gözlerle bana baktı. Her daim çatılmış olan kaşlarını daha da çattı ve tehdit eder gibi: “Hesabın oldukça kabarık evlat,” dedi. “Altından kalkabilecek misin?”

Ukalalık edesim geldi.

“Hallederiz babalık, sen işine bak,” dedim.

Aslında adam şüphelenmekte haklıydı. Birbiriyle tamamen uyumsuz kıyafetlerim ve üç aylık sakalım yüzünden beş parasız herifin tekine benziyordum. Cobb’un da itibarımı pek arttırdığı söylenemezdi doğrusu. Mahalledeki bir adamdan aldığı ne idüğü belirsiz mavi bir hap, dört bira ve iki duble viskiden sonra tamamen perişan haldeydi. Durmadan isimler sayıklıyordu. Bazen de yeşil, kırmızı, sarı, türlü ışıkların üzerinde dans ettiği bar tabelalarına doğru havada yumruklar savurarak küfrediyordu. Buradaki ışıklandırma gerçekten de berbattı. Bir sürü bar tabelası sürekli yanıp sönüyor, ilgiye muhtaç bir orospu gibi insana bir an olsun rahat vermiyordu.

Barmen küfürler mırıldanarak içkimi hazırlarken ben de etrafı süzdüm. Servis yapılan yuvarlak masalarda kimse kalmamıştı. Uzun bar masasında ise bizden başka yarım saattir bir şey içmeden oturan yaşlı bir adam vardı. Bir süre daha öylece oturduktan sonra sandalyesinden kalktı ve olduğumuz yere doğru eski kovboy filmlerindeki gibi geniş adımlarla yürümeye başladı. Bakışlarından ve yürüyüşünden kendine olan güveni hissediliyordu. Dirseğimle Cobb’u dürttüm.

“İhtiyarın teki bize doğru geliyor. Polis olma ihtimali var. Sen sadece normal davranmaya bak ve yanımdan ayrılma, gerisini bana bırak,” dedim.

“Ta-ta-tamam dostum. Sen.. sen nasıl istersen.”

Cobb büyük ihtimalle dediklerimden bir bok anlamamıştı. Bir süredir kafasını bar masasına dayamış uyukluyordu. Alnını tutup hafifçe kafasını kaldırdım ve suratına baktım. Gözleri ve burnu kıpkırmızıydı. Ara sıra ağzından salyalar akıyordu ve bir balo maskesi gibi sürekli sırıtıyordu.

Bir arkadaşınızı böyle bir durumda gördüğünüzde dalga geçmek ve belki sonradan ortak arkadaşlarınıza göstermek için birkaç fotoğraf çekmek istersiniz. Ama arkadaşınız sizin onunla dalga geçtiğinizi bile anlayamayacak kadar kötü durumdaysa o zaman işin rengi değişir ve sorumluluk duygusu ağır basar. İşte Cobb o kadar kötü durumdaydı. Hafifçe omzunu sıvazladım.

“Plan değişikliği Cobb. Sen sadece uyumaya devam et. Ben de son içkimi bitireyim. Sonra da buradan defolup gidelim.”

“Na-nasıl istersen ortak!”

İhtiyar adam yanıma geldiğinde hiçbir şey demeksizin bana bakıp gülümsedi. Bir müddet sonra yorgun bir sesle şöyle dedi:

“Yalnızlık… Benden bilge bir adamın da dediği gibi, cennet bile yalnız çekilmezmiş evlat.”

Söyleyecek birşey bulamadım. Bu cümle karşısında ne desem önemsiz kalacaktı. Belli ki çalışılmış bir replikti ve adam işini iyi biliyordu.

Şaşkın bakışlarımdan güç alarak, yaşından hiç de beklenmeyecek bir çeviklikle ona en yakın bar taburesini kendine doğru çekti ve yakınımda bir yere oturdu. Kısa bir sessizlikten sonra.

“Hoşgeldin babalık,” dedim.

Elimdeki viski bardağını biraz havaya kaldırdım.

“Sana da bir duble söylememi ister misin?” diye ekledim.

“Hayır, genç adam. Kafamı bulandıran şeyleri kullanmıyorum.”

Sırıttım. “Öyleyse çok yanlış yerdesin.”

“Haklı olabilirsin ama evde oturup televizyon karşısında pineklemekten iyidir ha?”

Benden karşılık alamayınca kendi kendine hafif ve neşeli bir kahkaha attı. Cebinden parlak, gümüş renkli bir sigara tabakası çıkardı ve bana ikram etmeksizin içinden bir dal sigara çıkarıp yaktı. Sanırım esprisine gülmememin intikamını alıyordu.

“Arkadaşının durumu pek iç açıcı görünmüyor.”

“Öyle göründüğüne bakma. Olayları abartmayı seviyor.”

Sigarasından derin bir nefes çekti.

“Evlat söylesene, cennet ve cehennem var mı sence?”

“Yok.”

“Cehenneme mi gitmek istiyorsun?”

“Ben sadece eve gitmek istiyorum.”

Güldü. “Ya öldükten sonra? O zaman bir evin olmayacak.”

“Ölmüş de dirilmiş gibi konuşuyorsun yaşlı kurt. Bunun tek açıklaması İsa olman.”

“Doğru bildin evlat.”

Sarhoştum ve benimle kafa bulmaya çalışan bir morukla uğraşacak havamda değildim.

“Kilisenin papazı falan mısın? Para mı istiyorsun? Palavrayı kes de ne istediğini söyle.”

“Yalnızca senin iyiliğini evlat… Yukarıdan bakınca yardımıma ihtiyacın varmış gibi gözüküyordu.”

“Senin yardımına falan ihtiyacım yok. Ne tür bir pislik olduğunu bilmiyorum ama benden uzak dursan iyi edersin.”

Bu adamla daha fazla samimi olmadan önce yola koyulma vakti gelmişti. Bardağımda kalan viskiyi kafama diktim ve hesabı ödedim. Barmen hesabın altından kalkabilmeme çok şaşırmıştı. Suratına yapışıp kalmış memnuniyetsiz ifadenin yerini iğrenç bir sırıtış aldı. Bu heriften daha fazla nefret edemeyeceğim konusunda yanılmıştım. Keşke hesabı eksik ödeseydim hatta hiç ödemeseydim diye düşündüm.

“Ayağa kalk bakalım Cobb, gidiyoruz.”

Cobb ayağa kalkmaya çalıştığı anda kendini yerde buldu. Böyle düşen çok sarhoş görmüştüm ama Cobb bu konuda gerçekten iyiydi. Onu tanımıyor olsam bir yatalak olduğunu düşünürdüm. Kalkmasına yardım etmek için elimi uzattım.

“B-Ben emekleyerek devam edeyim ortak. Sana yük olmak istemem,” dedi.

“Saçmalamayı kes de elimi tut.”

Yaşlı kaçığı ve barmeni geride bırakarak önce eski dostumu barın dışına yolladım sonra da ben çıkmaya yeltendim. Dış kapının açılmasıyla kendini hissettiren keskin soğuk bana içeride unuttuğum birşeyi hatırlattı. Geri dönüp sandalyede asılı duran ceketimi aldım. Sonra ben de kendimi dışarı attım.

Bardan çıkınca gördüğüm manzarayı hayatım boyunca unutmayacağım. Eski dostum Cobb, barın bulunduğu caddede dilenmek için kaldırımda oturan bir evsizin üzerine kusuyordu. Adamın elinde tuttuğu kartona büyük harflerle bir yazı yazılmıştı:

“KÖR VE DİLSİZİM.

LÜTFEN YARDIM EDİN.”

Vicdanıyla arası iyi olan biri değilimdir. Kimseye de kolay kolay merhamet etmem. O gün o zavallı adama gerçekten acıdım.

“Cobb! Çabuk buraya gel!” diye bağırdım. Cobb’un dünya umrunda değildi ve lanet herif kusarken bile gülebiliyordu. Kendimi kanalizasyon çukuruna balıklama atlamışım gibi hissediyordum. Sadece bu gecenin bitmesini istiyordum.