O yaz ani bir kararla sakin bir sahil kasabasına yerleşmiştim. Beni burada kimse tanımıyordu. Bazen buradakilerin Türkçe konuşmasına bile şaşırıyordum çünkü en başta benim için orası yabancı bir ülke gibiydi.
Gittiğim hafta berberle tanıştım. Nasıl
bir saç traşı istediğimi tarif edişimden muhabbet açılmıştı. “Okul tıraşından
biraz uzun olsun” demiştim. Çocukluğumdan beri berberde bu kalıbı
kullanıyordum, önceki berberim de bu durumu hiç yadırgamıyordu. Burada bir anda
dalga konusu olunca garibime gitmişti.
Sonraki hafta bisikletçiyle
tanıştım. Buralarda herkes bisiklete biniyordu. Canım çekti. Benim eskiyi
kaptığım gibi götürdüm bisikletçiye. Zincirleri yağladı, frenlere baktı ve ayak
pompasıyla lastikleri şişirdi. “Borcumuz ne kadar?” dedim. “Gönlünden ne
koparsa” dedi. “Söyle abi ne kadar?” dedim. “5 lira versen yeter” dedi.
5 lirayı verdim ama adamın haline acıdım. Bisikletle epey uğraşmıştı. Sonra
da herşeyin çalıştığından emin olmak için binip bir tur sürmüştü. Gönlünü almak
için “Abi ben lastikleri de mi değiştirsem ne dersin?” dedim. Lastikleri 50
liraya değiştirebileceğini ama benim lastikler gri olduğu için ancak
yarına eline gri lastik geçeceğini
söyledi.
Gaza gelip “Seleyi de değiştirelim abi. Yarış bisikleti selesi fena göt acıtıyor”
diyip güldüm. Gülmeme karşılık vermeden “35 liraya da seleyi değiştiririz”
dedi. O da gaza gelip “İstersen bir de genel bakım yapalım o da 100 lira tutar”
diye ekledi. “Tabi abi olur. Hazır genel bakım yapıyorken şu vites
göstergelerini de elden geçirelim” diye devam ederken oradan ayrıldığımda
ortaya 750 lira bir hesap çıkmıştı ve yarın öğleden sonra bisikleti oraya getirmem
için sözleşmiştik.
Bisiklet tamiri için 750 lira işin neresinden bakarsam bakayım çok fazlaydı.
O kadar paraya en kralından yeni bisiklet alırım diyordum kendi kendime. Üzerine
biraz daha koysam motor alırdım anasını satayım. Kerizlenmeye niyetim yoktu.
Ertesi gün bisikletciye gitmedim. Ondan sonraki gün de gitmedim. Aksi gibi
bakkal ile benim aramda da bisikletçi vardı. Bakkala giderken mutlaka önünden
geçmem gerekiyordu.
Üç gün dayandıktan sonra bakkala kesin gitmem gerektiğini farkettim. Evde
süt yoktu yumurta bitmişti ve ekmekler bayatlamıştı. Bünyem artık tostu yemek
olarak kabul etmiyordu. Utana sıkıla çıktım gittim bakkala. Giderken göz ucuyla
bisikletçiye baktım. Dükkan boştu. Baya rahatladım. Ben geri dönene kadar o
dükkana geri gelmesin diye FBI tarafından aranan bir kanun kaçağıymışım gibi hızlıca alışverişimi yaptım.
Bakkaldan geri dönerken bisikletçi dükkanına baktığımda elini beline koymuş
beni izlerken yakaladım onu. Beş saniye kadar bakıştık. Sonra ben “İyi akşamlar
abi” diyip gevrek gevrek gülümsedim. O sertçe “sağol” demekle yetindi. O
sağolun içinde neler gizliydi neler... Ulan madem almayacaktın neden o kadar
hesap yaptırıp vaktimi çaldınlar, puşta bak bana vermeye kıyamadığı parayla
gidip marketi almışlar, koskoca adamın işi gücü yok gelmiş benle taşak geçiyorlar
gizliydi.
Gerçekten hiç böyle olsun istememiştim ama bu garip huyum beni burada da
yalnız bırakmamıştı. Olaylar beklemediğim şekilde sonuçlanmıştı. Gidip “Ulan
insafsız pezevenk vur dedik öldürdün. 750 lira bisiklet tamir parası mı olur?
Tour de France’deki bisikletlerden alırım ben o paraya” diyesim geldi ama
demedim.
Yürürken çok hızlı yürümüş olacağım yumurtaların bir tanesi hariç hepsi
kırılmıştı. Eve vardığımda bu durum yüzünden epey moralim bozulmuştu. Tek
yumurtayı yarım ekmekle beraber yerken herşeyin o puşt bisikletçi yüzünden
olduğuna kanaat getirmiş ve intikam planları kurmaya başlamıştım. Bu kimsenin
bilmediği ufacık kasabada kendime bir düşman edinmem uzun sürmemişti.
Karnım doyunca nefretim azaldı. Yemeğin üzerine iki fincan da çay gömünce
ortada nefret falan kalmadı. Bundan sonra tek yapmam gereken bisikletçiyi
görmezden gelmekti. Selam bile vermeyecektim ibneye.
Bu şekilde bir hafta kadar geçirdim. Sonra bisiklet sürdüğüm bir gün
dükkanın önünden geçmemeye gayret gösterdiğim halde başka bir yolda
bisikletçiyle karşılaştım. “Nasıl bisiklet güzel gidiyor mu?” dedi. İlgi
göstermedim. Bisikleti son vitese alıp pedallara abanarak uzaklaştım oradan.
Sonraki bir ay boyunca hayatımın en güzel dönemlerinden birini geçirdim.
Yalnız olmasına yalnızdım ama boş zamanımı o kadar iyi planlıyordumki
yalnızlığımı farketmiyordum bile. Sabahları yanımda kağıt kalemle denize
gidiyor biraz yüzdükten sonra aklımdakileri kağıda döküyordum. Sonra sıcak
poğaça satan pastaneye gidiyor orada karnımı doyuruyordum. Öğle sıcağını
uyuyarak geçirip akşama dinç kalkıyor ve birşeyler okuyor ya da izliyordum.
Geceleri de mutlaka sahilde yürüyüş yapıyor ya da bisiklet sürüyordum.
Bir gün gece yürüşlerim sırasında karanlıktan bir ses işittim. Sonra bira
şişelerinin yuvarlanma sesleri geldi. Sesin geldiği tarafa baktığımda bana
bakan mermi gibi bir çift gözle karşılaştım. Bu nefret dolu gözler bisikletçiden başkasına ait olamazdı. Tüm iyi
niyetimle yanına gidip “Abi daha birbirimizin adını bile bilmiyoruz ama
birbirimizden nefret eder hale geldik. Çocuk güler şu yaptığımıza. Saçmasapan
bir olay oldu işte unutalım gitsin. Gel barışalım sana şurada bir bira
ısmarlayayım,” dedim.
İlk kaptığı bira şişesini yerde kırıp keskin tarafıyla üzerime yürümeye
başladı. "Nasıl unutayım ulan? Senden alacağım paraya güvenip o gece herkese içkiler ısmarladım, borca harca girdim. Senin yüzünden düştüğüm hallere bak. Ocağıma incir ağacı diktin pezevenk" diyordu.
Geri geri yürüyerek Edip Akbayram şarkılarından hatırladığım nakaratlarla barış mesajları vermeye çalışıyordum. Yaşlı kurt üzerime doğru hamle yapmaya başlayınca tüm gücümle ters tarafa depar atmaya başladım. O da koşuyordu ama onun hızının yanında ben rüzgarın oğlu gibiydim. Bana yetişemediğini görünce geri dönüp bisikletine atladı. Kumsala doğru koşmaya başladım. Bisiklet kumlarda batar ben de kurtulurum diye ümit ediyordum.
Geri geri yürüyerek Edip Akbayram şarkılarından hatırladığım nakaratlarla barış mesajları vermeye çalışıyordum. Yaşlı kurt üzerime doğru hamle yapmaya başlayınca tüm gücümle ters tarafa depar atmaya başladım. O da koşuyordu ama onun hızının yanında ben rüzgarın oğlu gibiydim. Bana yetişemediğini görünce geri dönüp bisikletine atladı. Kumsala doğru koşmaya başladım. Bisiklet kumlarda batar ben de kurtulurum diye ümit ediyordum.
Kumsalda dalağım şişene nefes nefese kalana kadar koştum. Gitar çalıp
eğlenen bir genç grubunun yanına gelmiştim. Ter içinde kalmış beni görünce
biraz paniklediler ama sonra eğlenmeye devam ettiler.
Yavaş yavaş o gruba doğru yaklaşıyordum. Toplulukla beraber olmak beni
güvende hissettiriyordu. Yarım saat kadar orada kaldıktan sonra beni de
aralarına almışlardı. Hepsiyle tanışmış hatta onlar için bir şarkı bile
söylemiştim.
Bir anda deniz tarafından gözleri kör edercesine bir ışık çaktı. Araba farı
değildi çünkü ışık iki kaynaktan değil tek kaynaktan geliyordu. Gözlerimi kısıp
bakınca onun olduğunu anladım. Çift dinamolu ve ekstra led eklediği
bisikletiyle Batman’in yardım çağrısı ışığı gücünde bir fara sahipti.
Deniz tarafındaki kum daha sert olduğu için bisikleti oraya kadar sırtında
taşımış sonra da oradan buraya dümdüz gelmişti. Sağ elinde kırık bira şişesi
sol elinde de bir kağıt üzerime sürüyordu bisikleti. O kağıdı hatırladım. 750 liralık hesap çıkardığımız kağıttı.
Yeni tanıştığım gençler bu çıldırmış adamı görür görmez korkup çığlık çığlığa kaçmaya başladılar. Ben hem onlara birşey olmasın hem de götü kurtarayım diye denize doğru koştum. Koşarken artistlik yapmak için “İstediğin benim! Onları rahat bırak!” diye bağırıyordum. Zaten beni bırakıp onların peşinden gidecek hali yoktu.
Yeni tanıştığım gençler bu çıldırmış adamı görür görmez korkup çığlık çığlığa kaçmaya başladılar. Ben hem onlara birşey olmasın hem de götü kurtarayım diye denize doğru koştum. Koşarken artistlik yapmak için “İstediğin benim! Onları rahat bırak!” diye bağırıyordum. Zaten beni bırakıp onların peşinden gidecek hali yoktu.
Denize girer girmez hemen denizin dibinde büyükçe bir taş aramaya koyuldum.
Hep rengarenk cicili bicili taşlar vardı. Normalde kırk yıl arasam
bulamayacağım dümdüz denizde sektirmelik taş bile bulmuştum. Tecrübeli ellerde
en az yedi kere sekme potansiyeline sahipti.
Sürekli dibe dalıp nefesimi tutarak yeni taşlar arıyordum. Bisikletçi de
boş durmuyor Godzilla gibi yavaş yavaş üzerime doğru yürüyordu. Yaklaşmasıyla
beraber panikleyip fazla seçeneğim olmadığını gördüm ve elime geçen tüm taşları
birbir atmaya koyuldum. Önce bir deniz kabuğu fırlattım üzerine. Omzuna çarpıp
suya düştü. Sonra kafasına doğru biraz yosun attım.
Başarısız denemelerim onu daha da güçlendiriyordu. Daha önce güldüğünü hiç
görmediğim bu adam Joker gibi gülüyordu.
Hızlıca üstümdekileri ve ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Bunu görünce onunla kavgaya
tutuşacağımı düşünüp kahkahalar atmaya başladı. Pantolonumu ve donumu da
çıkardığımı görünce kahkahası bir anda yok oldu.
Bunları daha hızlı yüzebilmek için yapyordum. Çoraplarımı
da çıkardıktan sonra üç kulaç bir nefes yüzmeye başladım. Fark biraz açılınca artistlik olsun diye kelebek stili ardından da sırtüstü yüzüş tekniklerini sergiledim.
Bir müddet sonra geriye dönüp baktığımda onun epey arkada kaldığını gördüm.
Küfürler yağdırıyordu.
Eski maraton yüzücüsü olduğum için hiç durmadan epey bir yüzdüm. Sonunda gökyüzüne ışıklar saçan ve içerisinde çılgın bir parti dönen bir tekneye rastladım. “Gaza gelip donu çıkarmasaydım
iyiydi” diye geçirdim içimden.