Friday, September 11, 2015

Gurme Kahve

Gurme kahve tufanına tutulmuştum. Bünye gurme kahve istiyordu.  Gurme kahve yakıtım haline gelmişti. Nerede 12 saat kahve çekirdekleri suda bekletilerek özen ve titizlikle hazırlanmış Cold Brew var, nerede özel damıtma teknikleriyle hazırlanmış Kyoto Drip var ben de oradaydım. Ard arda on tane üçüncü dalga kahveci dolaşabilecek dayanıklılığa ulaşmıştım. Mekanlar beni biliyordu. Kahvenin Vedat Milor’u olmuştum.

O gün gene bir kahvecide oturmuş menünün gelmesini bekliyor bu sırada da arkadaşıma komikli bi hikaye anlatıyordum. “Ve ben de ona ne dedim biliyor musun? Ona dedimki uğur böcekleri asla pardesü giymez dostum hahahahaah” şeklinde hikayemi bitirirken menü masamıza geldi. Az önce kahkahalar atan ben menüyü görünce soğuk terler dökmeye başladım. Gurme kahve saatim gelmişti ama menüde gurme kahve namına hiçbirşey yoktu. En başta inanamayıp garsonu çağırdım. Garson durumu onayladı. Ellerindeki en egzotik kahve espressoydu. Espresso  benim için çaydan, oraletten farksızdı. Yetersizdi. O seviyeyi çoktan geçmiştim. Bünye daha fazlasını istiyordu. İçimde yanan ve sadece gurme kahvenin söndürebileceği bir ateş vardı.

Menüden kafamı kaldırıp Öykü’ye “Şu menünün haline bak. Hadi gidelim buradan” der gibi baktım. “Tamam gidelim” der gibiydi. “Nereye gideceğiz buralarda bir yer biliyor musun” der gibi baktım. O da “Evet bir yer biliyorum” der gibi kafasını salladı.

“O zaman ben bir Iced Espresso alayım” dedi. Aramızdaki sessiz diyalogu tamamen yanlış anlamış, kafamdan uydurmuştum. Sakin düşünemiyor, çölde susuz kalmış bir bedevi gibi seraplar, halüsinasyonlar görüyordum. Kahveyi açgözlülükle tükettiğim için kahve tanrıları beni cezalandırıyordu. Kendi kendime yarattığım bu bağımlılığın içerisinde eriyip gidiyordum.

“Ben tuvalete gidiyorum” diyip masadan kalktım. Tuvalet üst kata giden merdivenlerin ortasındaydı. Gördüğüm en saçma tuvaletti. Girer girmez kapıyı kilitledim. Lavaboda yüzüme seri şekilde su çarpıp kendime gelmek için kafamı sağa sola salladım. Bu bağımlılık beni vahşi bir orangutana çevirmişti. Normalde Dr. Jekyll gibi sakin bi adamken kahvemi almadığımda Mr. Hyde oluyordum.

Tuvaletin camı kafenin hemen arkasına bakıyordu ve geçebileceğim büyüklükteydi. Ne eksik ne fazla. Camdan çıkacaktım. Bunu yapacaktım. Riskli bir işti ama sağlıklı düşünemiyordum. Egzotik kahve bulup içecek sonra geri gelecektim. Aynada kendime bakıp “Bunu yapabileceğini biliyorum ve sana güveniyorum” dedim. Kafam önde camdan çıkmaya başladım. Evet bebeğim işte böyle. Pencereden bir yılan gibi süzülüyordum. Göt kısmımı camdan geçirmeye çalışırken sıkıştım. Daha da zorlayınca iyice sıkıştım. Burdan çıkmam lazımdı. O kahveyi içmem lazımdı. Salyangoz hareketiyle kendimi öne doğru atmaya başladım. Kısa süre sonra yeni doğmuş bir bebek gibi fırladım kahvecinin tuvalet camından dışarı.

Camdan kafam önde çıkmak büyük aptallıktı. Havada dengeyi sağlarım gibi düşünürken yere çok pis düşmüştüm. Ağzım yüzüm dağılmıştı. Ağırsiklet boks maçının son roundunu oynar gibiydim. Bayılmama ramak kalmıştı. Ellerim tutmuyordu. Yardım istemek için dokunmatik telefonumun ses komut fonksiyonunu aktive ettim. Bu dahiyane bir fikirdi. Telefona ciddi bir sesle “Öykü’yü ara” dedim ama “Oppühü bara” gibi bir ses çıkarmıştım. Telefon Orhanlı Kebap Salonu’nu arıyordu. Telefonun diğer ucunda bana yardım edebilecek biri yerine kebap siparişi bekleyen sinirli bir adam vardı. İşler iyi gitmiyordu. Artık uğraşmanın bir anlamı yok diye düşündüm ve bayılmaya karar verdim.                

No comments:

Post a Comment