Monday, September 7, 2015

Dayı

Ben, kedi ve Kemalettin Dayı üç sıkı dosttuk. Mangalın başında balıkların pişmesini izliyorduk. Dayı “Şu balığa bak be kardeşim! Bak bak üfffff! Hey yavrum benim” diyor Brezilyalı spikerin maç anlatması gibi balıkların pişmesini anlatıyor, gözleri fıldır fıldır dönüyor, bembeyaz bıyıkları kıpır kıpır oynuyordu.

Dayının hayatta en çok zevk aldığı iki şey kuşkusuz balık yakalamak ve yemekti. Üzerinde Ba-balık yazan ekmek teknesiyle bereketli bir gün geçirmişti. Böyle günlerde dayı telefonu kaptığı gibi beni arar ben de litrelik tekirdağı kapar gelirdim. Aslında pek karlı bir anlaşma değildi. İşe neresinden bakarsan bak zarardaydım ama insan kendini dayının yanında iyi hissediyordu. Her duruma karşı söyleyecek bir sözü vardı. Özlüsöz kitapçığı gibi adamdı. En önemlisi de her zaman hayatından memnun ve mutluydu. En küçük şeylerden zevk almasını biliyordu. Şimdi düşünüyorum da sanırım amacım dayının hayata olan perspektifini öğrenebilmek ve kendi hayatıma uygulamaktı. Bir Rus ajanın Alman üssüne sızması gibi dayının beynine sızmaya çalışıyordum.

O gece dayıyla para üzerine konuşuyorduk. Sözümü kesip “Para iki şekilde sorun teşkil eder evlat; çok fazlaysa ya da çok azsa” diyip sustu. Konuştuğumuz konu hakkında özlü sözü varsa hep böyle yapıyordu. Biraz düşünüp “Dayı o söz Bukowski’nin değil miydi?” diye sordum. Dayı kaşlarını çatıp “Nekovski nekovski?” dedi. Gülmeye başladık. Kedi bile gülüyordu. İçimden “Benim yaptığımda iş he. Nereden bilsin lan adam eheheh” dedim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde rüzgar serin tokatlar gibi üzerimize gelmeye başladı. Dayı “Gel benim fakirhaneye geçelim. Böyle giderse yarına ikimiz de zatürre çıkacaz. Orada devam ederiz muhabbetimize. Çay da demlerim” dedi. “Vay dayıma bak beee! Aslan dayıııııı” diyip verdim gazı.

Eve gittiğimizde dayı çay koyduktan sonra “Ben bi tüfeği boşaltıp geliyorum” diyip tuvalete gitti. Muhabbet fazla samimileşmişti. Dayının yokluğunda eve göz gezdirdim. Resmen hiç eşya yoktu. Odanın köşesinde eski bir çekyat vardı. Önünde bir yer masası, bir tane de ufak televizyon vardı.

Çekyat tam kapanmamıştı. Gidip de kapayayım diye çekyata doğru hareketlenince çekyatın altında bir yığın kitap olduğunu farkettim. Bukowskiler, Fanteler, Palahniuklar gırla gidiyordu. Dayı yeraltı edebiyatını yalayıp yutmuştu. Beynimden vurulmuşa döndüm. Aldatılmış, mal yerine konulmuş gibi hissediyordum.

Dayı tuvaletten dönünce kitapları elimde sallayıp “Bunlar ne lan? Söylediklerinin hepsini yaşam tecrübesi sanıyordum. Facebook’da özlü söz paylaşan teyzeden farkın yok. Yalanmışsın dayı yalan” dedim. Utanacağını sanarken tam tersi “Ne var lan okurum okumam sanane” diyip sinirlendi. Aklım geçmiş hesaplara gitti. “Ver lan rakıların parasını ibne” dedim. “Dur vereyim” diyip elini cebine attı. Elini nah şekline getirip “Al” diyip geri çıkardı. Bu hareketi çok sinirime dokundu. Koşup dayıya okkalı bir yumruk salladım. Yumruğu sünger gibi emip yere kapaklandı. Yerde dayıyı dövmeye devam ediyordum. “Neden yaptın lan bunu bana? Kandırdın beni! Kandırdın!” diye bağırarak dayıyı yumruk manyağına çeviriyordum. Hıncımı çıkardıktan sonra oturup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Fazla tepki göstermiştim.

Dayı bayılmış yerde yatıyordu. Kucakladığım gibi arabanın arka koltuğuna atıp hastaneye doğru sürmeye başladım. Giderken bir tümseği çok sert geçince dayı ayılıp “Oğlum hayvan mısın yav? Hayvan gibi şaapıyorsun. Gavuru döver gibi dövdün beni anasını satayım şu halime bak” dedi. “Nah çekmeseydin bunlar olmazdı dayı” dedim. Dayı “Oğlum ne manyak adammışsın sen” diyip gülmeye başladı. Bu olayda bile gülünecek bir taraf bulmuştu. O an olayın kitaplarda olmadığını anladım. Dayı harbiden kral adamdı. Ben de gülmeye başladım. Güldükçe gülüyorduk. Kedi kahkahalara boğulmuş patileriyle dizlerini dövüyordu. Arkada dayı, yan koltukta kedi, direksiyonda ben gene üç sıkı dost olmuştuk.


No comments:

Post a Comment