Sunday, September 13, 2015

Sirk


 “Yüzyılın en iyi sirki burada! Bu eğlenceyi sakın kaçırmayın! Alessandrini kardeşler sadece bu gece sahnede!” İşte böyle bağırıyordu kasabımıza gelmiş gezgin sirkin önündeki parlak takım elbiseli ve kırmızı suratlı adam. Çadıra insanlar durmadan akın ediyordu. Bir bilet alıp ben de gösteriyi izlemek isteyen hevesli kalabalığın arasına katıldım.

İçerisi tam bir curcunaydı. Mavi, yeşil ve sarı ışıkların aydınlattığı çadırda ellerinde patlamış mısırlarla bağırarak koşuşan çocuklar, yavru aslanlarla fotoğraf çekilen insanlar ve trapezci kızlarla göz göze gelmeye çalışan delikanlılar vardı.

İlk gösteri bir palyaço gösterisiydi. Yüzü beyaza boyanmış şişman ve palet gibi ayakkabıları olan bir adam kendini küçük düşürmek için elinden geleni yapıyordu. Yerlerde yuvarlanıyor, su dolu büyük kovaların içine düşüyor ve tek tekerlekli bisikletiyle çeşitli sakarlıklar yapıyordu.

Ondan sonra sahneye büyük bir anons eşliğinde bir boz ayı çıktı. Ayı sahneye dansederek geldi. Millet gülmekten kırılmıştı. Danstan sonra ufak bir motorsiklete binip sahneyi turlamaya başladı. İnsanlar çıldırırcasına gülüyordu. Ayı son olarak futbol toplarına ayağıyla vurarak kaleye gol attı.

Ayının seyircilere eğilerek selam verip sahneyi terketmesinin ardından cesur trapezciler spot ışıkları eşliğinde ortaya çıktı. Bu insanlar adeta ölüme susamış bir avuç topluluktu. Ölümle dans edercesine havada birbirlerini atıp tutuyorlardı. Bu gösteri çadırdaki teyzeleri çılgına çevirmişti. “Vah vah vah, aaaaa düştü düşecek” sesleri çadırı inletiyordu. “İp var ip ip!” diye bağıran adamlar da vardı. Bu gürültü trapezcilerin dikkatlerini ve soğukkanlılıklarını bozmuyordu. Birer makine gibi ordan oraya zıplıyor, halkaları ve birbirlerini tutarak örümcek adam gibi havada süzülüyorlardı.

Büyük gösteri geldi çattı ve kardeşler sonunda sahne aldı. İnanılmaz şovlar yapıyorlardı. Birbirlerine tıpatıp benzemeleri de işe bir ilginçlik katıyordu. Bir kutudan girip başka kutudan çıkıyor, testereyle birbirlerini kesiyor, havaya alevler üflüyor, boğazlarına kılıçlar sokuyor, koşan atlar üzerinde ayakta durarak top çeviriyorlardı.

Son gösterileri için kalabalık arasından birini seçeceklerini söylediler. İki tane spot ışığı tüm çadırı dolaşıyordu. Işıklar git gide yavaşladı ve benim üzerimde birleşti. Buna inanamıyordum. Alessandrini Kardeşler beni seçmişti. O güne kadar birçok sirke gitmiştim ama hiçbirinde sahneye çağrılan adam olmamıştım. Sonunda bu şerefe nail olacaktım. Ama sahneye gidip de utanç içinde yerine dönmeyen seyirci de görmemiştim. Küçük düşecektim. Gitmemek için ısrar ettim. Elimle “Yok yok olmaz başkasını çağırın” der gibi işaretler yapıyordum.

Kardeşler seyirciyi coşturmaya başladı. “Alkis lutfen! Alkis alkis alkiiiiiiiis!” diye bağırıyorlardı. Türkçe konuşan İtalyanları gören seyirciler elleri kanarcasına alkışlamaya başladılar. İşte gidiyordum. Basamakları ikişer üçer iniyordum. Bir yığın insan arasında küçük düşmeye ve travmatik bir olay yaşamaya giderken nasıl da mutluydum. Bu tanımadığım insanlar karşısında sevdiğim kadına sırıtmadığım kadar sırıtıyordum. Hayat böyledir dostlarım. Böyle anlarda suratınızda durduramadığınız bir gülümseme beliriverir.

Sahneye çıkar çıkmaz Alessandrini kardeşler bana dimdik duran rengarenk bir kutuya girmemi işaret ettiler. İşte başlıyorduk. Kutuya girer girmez kutunun üstünü bir örtüyle kapadılar. Kutunun hileli kapağı açıldı ve aşağı düştüm. Sahnenin aşağısında birkaç kadın vardı ve “Gömleğini çıkar! Hadi çabuk ol!” diye fısıldıyorlardı. Adeta sirk temalı erotik filmin içine düşmüştüm. Bu çılgınlığa bir dur diyecek gücü kendimde bulamıyordum. İlk kez böyle birşeye tanıklık ediyordum. Sanki bana iyilik yapıyorlarmışcasına gülümseyerek gömleğimi çıkarmaya başladım. 

“Geç kutuya hemen” dedi kadınlardan biri. Kutuya girmemle beraber örtünün açılması bir oldu. Seyirciler kıkır kıkır gülmeye başladılar. Kardeşler beni yok edeceklerini iddia etmişlerdi ama güya sadece gömleğim yok olmuştu. Örtü tekrar kutunun üzerine kapandı ve gene aşağıya düştüm. 

Aşağıda kadınlar bu sefer pantolonumu çıkarmamı söylüyordu. O gün fantastik donlarımdan birini giydiğim günlerden biriydi. Lacivert gökyüzü temalı donumun üzerinde bir sürü yıldız ve neşeli Winnie the Pooh’lar vardı. Buradan sonra geri dönüş yoktu. Buradan sonrası yokuş aşağı gidiyordu. Hızlıca pantolonumu çıkarıp kutuya tekrar girdim ve sahneye çıktım. Örtü büyük bir ihtişamla tekrar açıldı. Kalabalık kahkahalara boğulmuştu. Kardeşler sirk tercümanına "Daha fazla devam etmesek iyi olacak" dedirtip bana bakıp gülmeye başladılar. Ben de keriz gibi gülüyordum.

Daha sonra beni yanlarına çağırdılar. Bir yığın tanımadığım insana iş ayakkabılarım, uzun çoraplarım ve Winnie the Pooh’lu donumla selam veriyordum. Alessandrini kardeşlerin son şovu gerçekten çok tırttı ama seyirciyi güldürmüşlerdi. Umarım bu gösteriyi patronum izlemiyordur diye düşündüm. Gösterinin başındaki palyaçodan bile kötü durumdaydım. Ürkek bir tavşan gibiydim. Bu saatten sonra tek sığınağım kutuydu. Kutuya girmeye yeltendim. Kardeşlerden biri beni kolumdan tuttu. Sirkin diğer üyeleri sahneye doluşmaya başladı. Onları bekliyorduk. Toplu selam verilecekti. Palyaço, ayı ve trapezciler sırayla sahneye geldi. Hep beraber seyircilere selam verirken nasıl da gülümsüyordum. O günden sonra bir daha sirke gitmeyecektim.


No comments:

Post a Comment