Thursday, September 3, 2015

Salaş Mekan


İnsanın ne yapacağını bilemediği sıcak yaz günlerinden biriydi. Atladım taksiye. Bir müddet direndim sonra sessizliğe dayanamayıp muhabbet açtım. Karşımda yaman bir taksici vardı. Ustaca konu geçişleriyle konuşmama fırsat bırakmadan sürekli birşeylerden yakınıyordu. On dakika içinde hükümeti yıkıp baştan kurmuş, şimdi de benzin zammını eleştiriyordu. Ligin başladığını bile bilmeyen bana bu sene Fener’e kimleri aldıklarını gülerek anlatıyordu. Sonunda gideceğim yere varıp indim taksiden.

Gitmiş olduğum yer fazla müşterisi olmayan, salçalı tostu iyi yapan ve gittiğinizde içinizden “burayı bilen fazla kişi yok ama ben biliyorum eheheheh” diye geçirdiğiniz salaş yerlerden biriydi. Sarma tütünümü çıkarıp sarmaya başladım ve bi tane salçalı tost bi tane de çay söyledim. Salaş mekan rutinlerini bir bir gerçekleştiriyordum.

Siparişi verdikten sonra telefonu çıkardım ve rehberi baştan aşağı taramaya başladım. Evet bu an o andı sevgili dostlar. Pek sık görüşmediğiniz ve hayatında ne değişiklikler olduğunu merak ettiğiniz eski dostlardan birini arama vaktiydi.  Aradım açmadı.

Sonraki hedefime geçmek üzereyken yanımdaki masadaki çiftin muhabbetine kulak misafiri oldum. İngilizce konuşuyorlardı. Bu tür durumları böyle yerlerde olağan karşılamak gerekir. Tostumu yemeye devam ederek sakince muhabbeti dinledim. Muhabbetin soyu tükenmekte olan bir köpekbalığı türü üzerine olduğunu farkettiğimde tost hafiften boğazıma kaçtı ama bir çay dalgasıyla onu ait olduğu yere gönderdim.

Aylardır içimde sürekli birşeyler okumak, bilgilerime bilgi katmak bu sayede dünyayı ve insanları daha iyi anlamak arzusu vardı. Kafedeki değişim kütüphanesine şöyle bi bakıp iç geçirdim. “Kaç kitap vardır lan burada. 500 tane vardır desen haftada 2 tane okusam 250 hafta eder...” diye hesaplar yapmaya başladım.

Sinemaya da oldukça düşkündüm. Kitapların filmlerden daha bilgilendirici olduğunun farkındaydım ama filmler de kitaplardan daha etkileyiciydi. Zengin adamın biri çıksa da bana “Evlat haftada 5 gün malikaneme gelip sabah 9 dan akşam 5 e kadar film izleyecek sonra da iyi filmleri bana önereceksin ben de senin ceplerini dolduracağım,” dese diye hayaller kurardım.

Kurduğum hayalden de anlaşılacağı üzere, o zamanlar bir meslek sahibi değildim. O anki hayat standartlarımı sürdürmek istiyordum ama bir meslek sahibi olmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Meslek sahibi olmak demek insanın tüm ömrü boyunca çalışması demekti. Bunu istemiyordum. Zaten bunu hangi aptal isterdi ki? İnsanlar ya para kazanmak zorundaydılar ya da kendilerini çalışmak zorunda olduklarına inandırmışlardı.

Böyle idealist hayaller kurarken ve hayatımı düşündüğüm gibi yaşamayı isterken kendimi yirmi sene sonra yaşadığım gibi düşünürken hayal ettim. Geçmişte bana ters gelen herşeyi normalleştirmiş, terfi almak için milletin ayağını kaydıran puştun teki olmuştum. Önce bir plaza faresine dönüşmüş, yalanacak göt kalmayınca da müdür olmuştum.

Gelecekteki halime, taksiciye ve yanımdaki çifte küfredip bir sigara yaktım. Takcinin dertleri ne kadar sığ, yanımdaki çiftin dertleri de ne kadar absürddü. Belki benim dertlerim de onlara göre saçmaydı.

Taksici düşündüklerimi bir şekilde duymuş ve koşarak masamı Chuck Norris uçan tekmesiyle devirmişti. “Ulan asıl seninki dert mi ibne! Gelmiş burada birşeyler yapmaya çalışan bizlerle dalga geçiyorsun. Kendin bir bok yaptığın yok. Kitap okuyamamaktan yakınıyorsun,” diyordu. Gözleri yaşarmıştı. Üzerime kafedeki eski kitapları bir bir fırlatmaya başladı. “Al oku, al bunu da oku, al bunu da...”

Taksicinin omzuna elimi koyup "napıyorsun abi sakin ol," diyerek sandalyeye oturttum. Bir salçalı tostla iki çay söyleyip golden virginia sarmaya başladım. “Haklısın abi benimki dert değil de hippiyiz işte napalım hippilik bunu gerektirir,” diye alttan alıyordum. Yelkenleri suya indirdiğimi görünce o da hatasını kabul etti. 

Pek bilinmeyen bir John Lennon şarkısı eşliğinde kardeş kardeş çayları içtik. Kubrick’in klasik müziği filmlerinde bu kadar etkili kullanmasını övüp Aldous Huxley'in kullandığı uyuşturucular hakkında hararetli bir tartışmaya daldık.



No comments:

Post a Comment