Bu akşam tahmin ettiğimden fazla sarhoş oldum ve biraz ağladım. Yanlış kararlar vermek için doğmuş gibi hissetmeme ya da zamanın geri döndürülemezliğine mi ağladım? Yok o yüzden değil.
Klozetin başında kusmayı beklerken pürüzsüz, dalgasız suda kendi yansımamı gördüm. Uzun zamandır hissettiğim birşeyi kendime sordum. Neden eskisi gibi mutlu olamıyorum? Herşeyi yapılması gerektiği gibi yapıyormuşum hissi ne ara beni terketti? Hep birşeyler eksik...
Kafamı kurcalayan bu tür şeylerden kaçmak için bir dönem kendimi içkiye verdim. Alkol baya yıkıcı birşey ama altın oranı yakalayınca yıkıcı olduğu kadar yapıcı da oluyor. Bazı şeyleri yapmak için gerekli cesareti ve yaratıcılığı bana fazlasıyla verdi. Winston Churchill'in dediği gibi "Ben alkolün benden aldığının fazlasını ondan aldım." Belki onun kadar almamışımdır. Ama ödeştiğimize eminim.
Uyuşturucu için aynı şeyleri söyleyemeceğim. Lanet olası halüsinojenler... Bir ara bedenime hapsolmuşum gibi hissediyordum. Bunu anlatması gerçekten güç. Bir kukla yönetir gibi bir anda kendimi daha doğrusu benliğimi vücudumdan soyutlanmış buluyordum. Bu olay özellikle uzun süre yalnız kaldığımda oluyordu. Psikologa gitmeme ramak kalmıştı.
Bazen tüm bu şeylerden, mutlu olma zırvalarından, hayatın anlamını bulmaktan ve en önemlisi de şikayet etmekten vazgeçip sorumluluklarıma odaklanmam gerektiğini düşünüyorum ama yapamıyorum. Sanırım ben basit işlerin adamıyım. İş, okul... Hırs, kin, rekabet dolu ortamlar... Biraz geç farkettim ama bunlar hiç bana göre değil anasını satayım. Belki de bir çiftlikte çalışmalı, her sabah atları, inekleri ve tavukları beslemeli sonra da odun kırmalıydım. Genç yaşta bir aile kurardım. Evet, güneşin doğuşundan batışına kadar efendilerin cebini doldurmak için çalışırdım ama günün sonunda mutlu olacaksam bunun ne önemi var ki?
Saçmalıyor muyum? Sahip olduklarının değerini bilmeyen, kaleminden yapış yapış duygusallık ve karamsarlık damlayan züppenin teki miyim?
Öyle işte...
No comments:
Post a Comment