“Yüzyılın en iyi sirki burada! Bu
eğlenceyi sakın kaçırmayın! Alessandrini kardeşler sadece bu gece sahnede!” İşte
böyle bağırıyordu kasabımıza gelmiş gezgin sirkin önündeki parlak takım
elbiseli ve kırmızı suratlı adam. Çadıra insanlar durmadan akın ediyordu. Bir
bilet alıp ben de gösteriyi izlemek isteyen hevesli kalabalığın arasına
katıldım.
İçerisi tam bir
curcunaydı. Mavi, yeşil ve sarı ışıkların aydınlattığı çadırda ellerinde
patlamış mısırlarla bağırarak koşuşan çocuklar, yavru aslanlarla fotoğraf çekilen
insanlar ve trapezci kızlarla göz göze gelmeye çalışan delikanlılar vardı.
İlk gösteri bir
palyaço gösterisiydi. Yüzü beyaza boyanmış şişman ve palet gibi ayakkabıları
olan bir adam kendini küçük düşürmek için elinden geleni yapıyordu. Yerlerde
yuvarlanıyor, su dolu büyük kovaların içine düşüyor ve tek tekerlekli
bisikletiyle çeşitli sakarlıklar yapıyordu.
Ondan sonra
sahneye büyük bir anons eşliğinde bir boz ayı çıktı. Ayı sahneye dansederek
geldi. Millet gülmekten kırılmıştı. Danstan sonra ufak bir motorsiklete binip
sahneyi turlamaya başladı. İnsanlar çıldırırcasına gülüyordu. Ayı son olarak
futbol toplarına ayağıyla vurarak kaleye gol attı.
Ayının
seyircilere eğilerek selam verip sahneyi terketmesinin ardından cesur trapezciler
spot ışıkları eşliğinde ortaya çıktı. Bu insanlar adeta ölüme susamış bir avuç
topluluktu. Ölümle dans edercesine havada birbirlerini atıp tutuyorlardı. Bu
gösteri çadırdaki teyzeleri çılgına çevirmişti. “Vah vah vah, aaaaa düştü
düşecek” sesleri çadırı inletiyordu. “İp var ip ip!” diye bağıran adamlar da
vardı. Bu gürültü trapezcilerin dikkatlerini ve soğukkanlılıklarını bozmuyordu.
Birer makine gibi ordan oraya zıplıyor, halkaları ve birbirlerini tutarak örümcek
adam gibi havada süzülüyorlardı.
Büyük gösteri geldi
çattı ve kardeşler sonunda sahne aldı. İnanılmaz şovlar yapıyorlardı.
Birbirlerine tıpatıp benzemeleri de işe bir ilginçlik katıyordu. Bir kutudan
girip başka kutudan çıkıyor, testereyle birbirlerini kesiyor, havaya alevler
üflüyor, boğazlarına kılıçlar sokuyor, koşan atlar üzerinde ayakta durarak top
çeviriyorlardı.
Son gösterileri
için kalabalık arasından birini seçeceklerini söylediler. İki tane spot ışığı tüm
çadırı dolaşıyordu. Işıklar git gide yavaşladı ve benim üzerimde birleşti. Buna
inanamıyordum. Alessandrini Kardeşler beni seçmişti. O güne kadar birçok sirke
gitmiştim ama hiçbirinde sahneye çağrılan adam olmamıştım. Sonunda bu şerefe
nail olacaktım. Ama sahneye gidip de utanç içinde yerine dönmeyen seyirci de görmemiştim.
Küçük düşecektim. Gitmemek için ısrar ettim. Elimle “Yok yok olmaz başkasını
çağırın” der gibi işaretler yapıyordum.
Kardeşler
seyirciyi coşturmaya başladı. “Alkis lutfen! Alkis alkis alkiiiiiiiis!” diye
bağırıyorlardı. Türkçe konuşan İtalyanları gören seyirciler elleri kanarcasına
alkışlamaya başladılar. İşte gidiyordum. Basamakları ikişer üçer iniyordum. Bir
yığın insan arasında küçük düşmeye ve travmatik bir olay yaşamaya giderken
nasıl da mutluydum. Bu tanımadığım insanlar karşısında sevdiğim kadına
sırıtmadığım kadar sırıtıyordum. Hayat böyledir dostlarım. Böyle anlarda
suratınızda durduramadığınız bir gülümseme beliriverir.
Sahneye çıkar
çıkmaz Alessandrini kardeşler bana dimdik duran rengarenk bir kutuya girmemi işaret ettiler. İşte başlıyorduk. Kutuya girer girmez kutunun üstünü bir örtüyle
kapadılar. Kutunun hileli kapağı açıldı ve aşağı düştüm. Sahnenin aşağısında
birkaç kadın vardı ve “Gömleğini çıkar! Hadi çabuk ol!” diye
fısıldıyorlardı. Adeta sirk temalı erotik filmin içine düşmüştüm. Bu çılgınlığa bir
dur diyecek gücü kendimde bulamıyordum. İlk kez böyle birşeye tanıklık
ediyordum. Sanki bana iyilik yapıyorlarmışcasına gülümseyerek gömleğimi
çıkarmaya başladım.
“Geç kutuya hemen” dedi kadınlardan biri. Kutuya girmemle
beraber örtünün açılması bir oldu. Seyirciler kıkır kıkır gülmeye başladılar.
Kardeşler beni yok edeceklerini iddia etmişlerdi ama güya sadece gömleğim yok
olmuştu. Örtü tekrar kutunun üzerine kapandı ve gene aşağıya düştüm.
Aşağıda kadınlar bu sefer pantolonumu çıkarmamı söylüyordu. O gün fantastik donlarımdan birini giydiğim
günlerden biriydi. Lacivert gökyüzü temalı donumun üzerinde bir sürü yıldız ve
neşeli Winnie the Pooh’lar vardı. Buradan sonra geri dönüş yoktu. Buradan
sonrası yokuş aşağı gidiyordu. Hızlıca pantolonumu çıkarıp kutuya tekrar girdim
ve sahneye çıktım. Örtü büyük bir ihtişamla tekrar açıldı. Kalabalık
kahkahalara boğulmuştu. Kardeşler sirk tercümanına "Daha fazla devam etmesek iyi olacak" dedirtip bana bakıp gülmeye başladılar. Ben de keriz gibi gülüyordum.
Daha sonra beni yanlarına çağırdılar. Bir yığın
tanımadığım insana iş ayakkabılarım, uzun çoraplarım ve Winnie the Pooh’lu
donumla selam veriyordum. Alessandrini kardeşlerin son şovu gerçekten çok tırttı
ama seyirciyi güldürmüşlerdi. Umarım bu gösteriyi patronum izlemiyordur diye
düşündüm. Gösterinin başındaki palyaçodan bile kötü durumdaydım. Ürkek bir
tavşan gibiydim. Bu saatten sonra tek sığınağım kutuydu. Kutuya girmeye
yeltendim. Kardeşlerden biri beni kolumdan tuttu. Sirkin diğer üyeleri sahneye
doluşmaya başladı. Onları bekliyorduk. Toplu selam verilecekti. Palyaço, ayı ve trapezciler sırayla sahneye
geldi. Hep beraber seyircilere selam verirken nasıl da gülümsüyordum. O günden sonra bir
daha sirke gitmeyecektim.