Güneş tam tepedeydi. Gün aydınlandığından beri durmadan yürüyorduk. Erzağımız
iki gün önce bitmişti ve o günden beri kimseyi görmemiştik. Akşamüstüne doğru sonunda
at arabalarının geçtiği bir yola ulaşmayı başardık.
“Tanrıya şükürler olsun. Kurtulduk dostum kurtulduk! Buna inanamıyorum!”
diyordu Hank.
Yoldan geçen arabaların hiçbiri durmuyordu. Aksine, tipimizi ve yırtık
kıyafetlerimizi görenler atları daha da hızlı sürmeye başlıyorlardı.
“Gel yürümeye devam edelim Hank. Kimsenin duracağı yok,” dedim. “Ben de
olsam bizi arabama almazdım.”
Hank umutluydu. Çılgınlar gibi ellerini savurup arabalara dur işareti
yapıyordu. Sonunda bir araba yanımızda durdu. Saçı sakalı birbirine karışmış
herifin teki şapkasını kaldırıp bize şöyle bir baktı. Ardından kendi kendine
gülüp birşeyler fısıldadı ve önümüze tükürerek yoluna devam etti. Bu hareketten
sonra Hank de artık arabalardan umudu kesmişti. Yola yayan devam ettik.
Sabaha karşı kasabaya varmıştık. Yarı ölü vaziyetteydik. Cebimizde beş
kuruş para olmamasına rağmen meyhanenin yolunu tuttuk. İşin sonunda dayak
yiyeceğimizi biliyorduk ama pek umrumuzda değildi. Ne kadar fazla içersek o
kadar fazla dayak yiyecektik. Önce birer bira, sonra bir şişe rom içtik. Ardından bir şişe de viski içtik. Günlerdir aç olduğumuz için alkolun bünyemizdeki
tesiri muazzam olmuştu.
Ben dansçı kızlardan birini tutmuş çılgınca dans etmeye başlamıştım. Kızın
incecik belini bir sağ elimde bir sol elimde tutup müthiş ayak oyunlarımla
kalabalığı eğlendiriyordum. Millet alkış tutuyor “Vay canına yaman dansçısın
evlat,” diyorlardı. Hank de piyanisti kaldırıp piyanonun başına oturmuş
hayatımda dinlediğim en hareketli dans parçalarından birini çalıyordu.
“Piyano çalabildiğini bilmiyordum dostum,” dedim bağırarak.
“Ben de senin dans ettiğini bilmiyordum. Kimse kimse hakkında herşeyi bilemez,” dedi.
Vay canına! Hank normalde böyle zekice laflar etmezdi. Tempoyu arttırıp
daha da hızlı bir parça çalmaya başladı. Artık parça dansla eşlik edilecek gibi
değildi. Dansçı kızı öpüp bir tabureye kuruldum ve kalabalıkla beraber Hank’i
izlemeye başladım. Parmakları beyaz tuşlar üzerinde ölümcül bir dansa
tutuşmuştu.
Barın sahibi Hank’in yanına gitmiş her gece barda çalması için geceliğine
10 papel teklif ediyordu. Çok iyi paraydı doğrusu. Hele bizim gibi cebi delik serseriler
için muazzam bir paraydı. Hank kabul etmedi. Teklif 15 papel oldu. Ardından 20.
Hank hala teklifi kabul etmiyordu. Üstüne üstlük kabalaşmış ve bar sahibine
saygısızca davranmaya başlamıştı. Adam kıpkırmızı bir suratla piyanonun
başından ayrıldı ve bir magnum tabancayla geri döndü. Silahı Hank’in kafasına
doğrultup “30 papel ya da seni burada öldürürüm seni lanet şeytan,” dedi. Hank
piyano ile cenaze marşınının hızlı ve biraz komik bir versiyonunu çalmaya
başladı. Millet kahkahaya boğulmuştu. Adam dayanamayıp silahın kabzasıyla
Hank’in kafasına vurup onu bayılttı. Ben ayaklanıp adama doğru koşmaya
başlayınca izbandut gibi iki herif üzerime çullandı.
Sabah uyandığımızda ahırda samanların üstünde yatıyorduk. Hank’in suratına
bakıp güldüm. Her yeri şişik ve mosmordu. Gözlerinden biri kapanmıştı.
“Bu ne hal dostum. Kıyafetlerin olmasa seni tanıyamazdım,” dedim.
“Sen kendi haline bak aptal herif. Dişlerinden biri düşmüş. Her şey senin yüzünden
oldu,” dedi.
“Hadi ordan aptal herif. Niye adamın teklifini kabul etmedin sanki? Seni
inatçı keçi. Piyanoyla o lanet gösterişi yapmak zorundaydın değil mi?”
“Ne teklifi ve gösterişinden bahsediyorsun hayvan herif? Hayatımda piyanoya elimi sürmedim. Sana olan biteni söyleyeyim. Son viskiyi içer
içmez dansçı kızların götünü ellemeye başladın. Ardından bizi dövüp yaka paça
bardan attılar ve içkilerin parasını istediler. Onun da olmadığını görünce
üstüne bir daha dayak attılar,” dedi. “Kim bilir ne hikayeler uydurdun gene
kafanda...”
“Ulan içkiden kafan gitmiş sen uyduruyorsun asıl. Bir bok hatırlamıyorsun,”
dedim.
Bir müddet susup atları seyrettik. Sonra yine güneş tepemizde başka bir
kasabaya doğru yola devam ettik.
No comments:
Post a Comment