Tuesday, August 23, 2016

Bisikletçi


O yaz ani bir kararla sakin bir sahil kasabasına yerleşmiştim. Beni burada kimse tanımıyordu. Bazen buradakilerin Türkçe konuşmasına bile şaşırıyordum çünkü en başta benim için orası yabancı bir ülke gibiydi.
           
Gittiğim hafta berberle tanıştım. Nasıl bir saç traşı istediğimi tarif edişimden muhabbet açılmıştı. “Okul tıraşından biraz uzun olsun” demiştim. Çocukluğumdan beri berberde bu kalıbı kullanıyordum, önceki berberim de bu durumu hiç yadırgamıyordu. Burada bir anda dalga konusu olunca garibime gitmişti.
            
Sonraki hafta bisikletçiyle tanıştım. Buralarda herkes bisiklete biniyordu. Canım çekti. Benim eskiyi kaptığım gibi götürdüm bisikletçiye. Zincirleri yağladı, frenlere baktı ve ayak pompasıyla lastikleri şişirdi. “Borcumuz ne kadar?” dedim. “Gönlünden ne koparsa” dedi. “Söyle abi ne kadar?” dedim. “5 lira versen yeter” dedi.

5 lirayı verdim ama adamın haline acıdım. Bisikletle epey uğraşmıştı. Sonra da herşeyin çalıştığından emin olmak için binip bir tur sürmüştü. Gönlünü almak için “Abi ben lastikleri de mi değiştirsem ne dersin?” dedim. Lastikleri 50 liraya değiştirebileceğini ama benim lastikler gri olduğu için ancak yarına  eline gri lastik geçeceğini söyledi.

Gaza gelip “Seleyi de değiştirelim abi. Yarış bisikleti selesi fena göt acıtıyor” diyip güldüm. Gülmeme karşılık vermeden “35 liraya da seleyi değiştiririz” dedi. O da gaza gelip “İstersen bir de genel bakım yapalım o da 100 lira tutar” diye ekledi. “Tabi abi olur. Hazır genel bakım yapıyorken şu vites göstergelerini de elden geçirelim” diye devam ederken oradan ayrıldığımda ortaya 750 lira bir hesap çıkmıştı ve yarın öğleden sonra bisikleti oraya getirmem için sözleşmiştik.

Bisiklet tamiri için 750 lira işin neresinden bakarsam bakayım çok fazlaydı. O kadar paraya en kralından yeni bisiklet alırım diyordum kendi kendime. Üzerine biraz daha koysam motor alırdım anasını satayım. Kerizlenmeye niyetim yoktu.

Ertesi gün bisikletciye gitmedim. Ondan sonraki gün de gitmedim. Aksi gibi bakkal ile benim aramda da bisikletçi vardı. Bakkala giderken mutlaka önünden geçmem gerekiyordu.

Üç gün dayandıktan sonra bakkala kesin gitmem gerektiğini farkettim. Evde süt yoktu yumurta bitmişti ve ekmekler bayatlamıştı. Bünyem artık tostu yemek olarak kabul etmiyordu. Utana sıkıla çıktım gittim bakkala. Giderken göz ucuyla bisikletçiye baktım. Dükkan boştu. Baya rahatladım. Ben geri dönene kadar o dükkana geri gelmesin diye FBI tarafından aranan bir kanun kaçağıymışım gibi hızlıca alışverişimi yaptım.

Bakkaldan geri dönerken bisikletçi dükkanına baktığımda elini beline koymuş beni izlerken yakaladım onu. Beş saniye kadar bakıştık. Sonra ben “İyi akşamlar abi” diyip gevrek gevrek gülümsedim. O sertçe “sağol” demekle yetindi. O sağolun içinde neler gizliydi neler... Ulan madem almayacaktın neden o kadar hesap yaptırıp vaktimi çaldınlar, puşta bak bana vermeye kıyamadığı parayla gidip marketi almışlar, koskoca adamın işi gücü yok gelmiş benle taşak geçiyorlar gizliydi.

Gerçekten hiç böyle olsun istememiştim ama bu garip huyum beni burada da yalnız bırakmamıştı. Olaylar beklemediğim şekilde sonuçlanmıştı. Gidip “Ulan insafsız pezevenk vur dedik öldürdün. 750 lira bisiklet tamir parası mı olur? Tour de France’deki bisikletlerden alırım ben o paraya” diyesim geldi ama demedim.

Yürürken çok hızlı yürümüş olacağım yumurtaların bir tanesi hariç hepsi kırılmıştı. Eve vardığımda bu durum yüzünden epey moralim bozulmuştu. Tek yumurtayı yarım ekmekle beraber yerken herşeyin o puşt bisikletçi yüzünden olduğuna kanaat getirmiş ve intikam planları kurmaya başlamıştım. Bu kimsenin bilmediği ufacık kasabada kendime bir düşman edinmem uzun sürmemişti. 

Karnım doyunca nefretim azaldı. Yemeğin üzerine iki fincan da çay gömünce ortada nefret falan kalmadı. Bundan sonra tek yapmam gereken bisikletçiyi görmezden gelmekti. Selam bile vermeyecektim ibneye.

Bu şekilde bir hafta kadar geçirdim. Sonra bisiklet sürdüğüm bir gün dükkanın önünden geçmemeye gayret gösterdiğim halde başka bir yolda bisikletçiyle karşılaştım. “Nasıl bisiklet güzel gidiyor mu?” dedi. İlgi göstermedim. Bisikleti son vitese alıp pedallara abanarak uzaklaştım oradan.

Sonraki bir ay boyunca hayatımın en güzel dönemlerinden birini geçirdim. Yalnız olmasına yalnızdım ama boş zamanımı o kadar iyi planlıyordumki yalnızlığımı farketmiyordum bile. Sabahları yanımda kağıt kalemle denize gidiyor biraz yüzdükten sonra aklımdakileri kağıda döküyordum. Sonra sıcak poğaça satan pastaneye gidiyor orada karnımı doyuruyordum. Öğle sıcağını uyuyarak geçirip akşama dinç kalkıyor ve birşeyler okuyor ya da izliyordum. Geceleri de mutlaka sahilde yürüyüş yapıyor ya da bisiklet sürüyordum.

Bir gün gece yürüşlerim sırasında karanlıktan bir ses işittim. Sonra bira şişelerinin yuvarlanma sesleri geldi. Sesin geldiği tarafa baktığımda bana bakan mermi gibi bir çift gözle karşılaştım. Bu nefret dolu gözler bisikletçiden başkasına ait olamazdı. Tüm iyi niyetimle yanına gidip “Abi daha birbirimizin adını bile bilmiyoruz ama birbirimizden nefret eder hale geldik. Çocuk güler şu yaptığımıza. Saçmasapan bir olay oldu işte unutalım gitsin. Gel barışalım sana şurada bir bira ısmarlayayım,” dedim.

İlk kaptığı bira şişesini yerde kırıp keskin tarafıyla üzerime yürümeye başladı. "Nasıl unutayım ulan? Senden alacağım paraya güvenip o gece herkese içkiler ısmarladım, borca harca girdim. Senin yüzünden düştüğüm hallere bak. Ocağıma incir ağacı diktin pezevenk" diyordu.

Geri geri yürüyerek Edip Akbayram şarkılarından hatırladığım nakaratlarla barış mesajları vermeye çalışıyordum. Yaşlı kurt üzerime doğru hamle yapmaya başlayınca tüm gücümle ters tarafa depar atmaya başladım. O da koşuyordu ama onun hızının yanında ben rüzgarın oğlu gibiydim. Bana yetişemediğini görünce geri dönüp bisikletine atladı. Kumsala doğru koşmaya başladım. Bisiklet kumlarda batar ben de kurtulurum diye ümit ediyordum.

Kumsalda dalağım şişene nefes nefese kalana kadar koştum. Gitar çalıp eğlenen bir genç grubunun yanına gelmiştim. Ter içinde kalmış beni görünce biraz paniklediler ama sonra eğlenmeye devam ettiler.

Yavaş yavaş o gruba doğru yaklaşıyordum. Toplulukla beraber olmak beni güvende hissettiriyordu. Yarım saat kadar orada kaldıktan sonra beni de aralarına almışlardı. Hepsiyle tanışmış hatta onlar için bir şarkı bile söylemiştim.

Bir anda deniz tarafından gözleri kör edercesine bir ışık çaktı. Araba farı değildi çünkü ışık iki kaynaktan değil tek kaynaktan geliyordu. Gözlerimi kısıp bakınca onun olduğunu anladım. Çift dinamolu ve ekstra led eklediği bisikletiyle Batman’in yardım çağrısı ışığı gücünde bir fara sahipti.

Deniz tarafındaki kum daha sert olduğu için bisikleti oraya kadar sırtında taşımış sonra da oradan buraya dümdüz gelmişti. Sağ elinde kırık bira şişesi sol elinde de bir kağıt üzerime sürüyordu bisikleti. O kağıdı hatırladım. 750 liralık hesap çıkardığımız kağıttı.

Yeni tanıştığım gençler bu çıldırmış adamı görür görmez korkup çığlık çığlığa kaçmaya başladılar. Ben hem onlara birşey olmasın hem de götü kurtarayım diye denize doğru koştum. Koşarken artistlik yapmak için “İstediğin benim! Onları rahat bırak!” diye bağırıyordum. Zaten beni bırakıp onların peşinden gidecek hali yoktu.

Denize girer girmez hemen denizin dibinde büyükçe bir taş aramaya koyuldum. Hep rengarenk cicili bicili taşlar vardı. Normalde kırk yıl arasam bulamayacağım dümdüz denizde sektirmelik taş bile bulmuştum. Tecrübeli ellerde en az yedi kere sekme potansiyeline sahipti.

Sürekli dibe dalıp nefesimi tutarak yeni taşlar arıyordum. Bisikletçi de boş durmuyor Godzilla gibi yavaş yavaş üzerime doğru yürüyordu. Yaklaşmasıyla beraber panikleyip fazla seçeneğim olmadığını gördüm ve elime geçen tüm taşları birbir atmaya koyuldum. Önce bir deniz kabuğu fırlattım üzerine. Omzuna çarpıp suya düştü. Sonra kafasına doğru biraz yosun attım.

Başarısız denemelerim onu daha da güçlendiriyordu. Daha önce güldüğünü hiç görmediğim bu adam Joker gibi gülüyordu.

Hızlıca üstümdekileri ve ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Bunu görünce onunla kavgaya tutuşacağımı düşünüp kahkahalar atmaya başladı. Pantolonumu ve donumu da çıkardığımı görünce kahkahası bir anda yok oldu.

Bunları daha hızlı yüzebilmek için yapyordum. Çoraplarımı da çıkardıktan sonra üç kulaç bir nefes yüzmeye başladım. Fark biraz açılınca artistlik olsun diye kelebek stili ardından da sırtüstü yüzüş tekniklerini sergiledim.

Bir müddet sonra geriye dönüp baktığımda onun epey arkada kaldığını gördüm. Küfürler yağdırıyordu.

Eski maraton yüzücüsü olduğum için hiç durmadan epey bir yüzdüm. Sonunda gökyüzüne ışıklar saçan ve içerisinde çılgın bir parti dönen bir tekneye rastladım. “Gaza gelip donu çıkarmasaydım iyiydi” diye geçirdim içimden. 

No comments:

Post a Comment